14 Aralık 2010

Örümcek Kadın

spider rock arizona
Mitolojide, örümcek çoğu kez bilge ve duyarlı diye anlatılır; ağı kaderin çıkrığıdır. Tanrıça ağın ortasındadır ve ağı o örer, dünyayı örerek var eden odur. Navajoların büyük ana tanrıçası örümcek kadına belki de bu yüzden bir çok Kuzey Amerika yerli kabilesinin efsanelerinde rastlarız. Bazen yıkıcı olduğu olsa da, genellikle verici tasvir edilir. Dünyayı şarkısıyla yaratmış, Navajo kadınlarına dokuma yeteneğini o bahşetmiştir; dokuyanların ellerine onun ruhu rehberlik eder. Navajolar günümüzde bile yeni doğan kız çocuklarının ellerini örümcek ağıyla ovarlar ki bu zanaat yitip gitmesin ve nesilden nesile aktarılsın. Örümcek Kadın Arizona, de Chelly kanyonundaki boyu yaklaşık 250 metreye ulaşan Spider Rock, yani Örümcek Kayası'nın tepesinde yaşar, oradan çocuklarını izler ve gözetir.

Puebloların örümcek kadını güneşin büyükannesidir. Adı hiç bir zaman yüksek sesle dile getirilmez. Dünyayı canlılarla dolduran, Pueblo, Tewa ve Kiwa kabilelerine ateşi veren odur. Hopi ve Pawneelere göreyse örümcek kadın insanı dört çeşit topraktan - beyaz, siyah, kırmızı ve sarı - yaratmış, tükürüğüyle ıslattığı kile insan formunu vermiştir. Ayı yaratan, yaşamı verip alan odur, ayrıca avcılık ve tarımla bağlantısı vardır. Cherokeelerin Büyükanne Örümceği ise güneşi yaratmış, ateşi hediye etmiş ve onlara çömlekçiliği dokumayı ve kutsal ayinin nasıl yapılacağını öğretmiştir.

Her kabilenin onu algılaması biraz farklılık gösterse de tek bir şey ortaktır: dünyadaki hayatın sebebi odur. Bazı kabileler evrenin onunla başladığına inanır.

11 Aralık 2010

Tanrıça Lat

ana tanrica al lat
Lat ya da al-Lat bildiğimiz bir isim; Hz. Muhammed'in Kabe'ye girdikten sonra yıktığı putlardan biri ve çoğumuzun bilgisi de bununla sınırlı. İslam öncesi orta ve Kuzey Arabistan'ın değişik şeylerle ilişkilendirilen karmaşık tanrıçalarından biri ve eğer bir karşılaştırma yapacak olursak Yunan'ın Athena ve Roma'nın Minerva'sıyla eş düzeyde, Herodot ise onu Afrodit'le bir tutmuş:

Asurlular Afrodit'e Mylitta, Araplar Alilat, Persler Mitra diyor (Herodot Tarihi I:131).

Taif'te beyaz taştan küp şeklindeki tapınağı ona inananlarca kutsal edilirdi ve özellikle kadınlar bu taşın çevresinde dolanırdı. Lat'ın dişi Allah olduğunu iddia edilmişse de LT/LH kökleri farklı olduğu için bu savlar biraz havadadır.

Şeytan ayetlerinin kahramanı olarak da tanırız Lat'ı. Muhammed'in Şeytan tarafından kandırılıp Kur'an'a ekledikten sonra çıkardığı iddia edilen Uzza ve Manat'la beraber Allah'ın tapılmasını istediği üç tanrıçadan biridir.

Lat Dünya'yı temsil eder ve ana tanrıça olarak bilinir fakat güneş, ay ve Venüs gezegeniyle de ilişkilendirilmiştir.

06 Aralık 2010

Dimmu Borgir - Stormblast (2005)

dimmu borgir stormblast 2005 CD on yuz

Stormblast (2005) Norveçli küçük grup Dimmu Borgir'in kara metal standartlarınca şaheser kabul edilebilecek üçüncü albümlerinin tekrar kaydı. Grubun başarısında albümün katkısı büyük olmuştu ve Dimmu daha önce yayınlanmamış iki şarkıyı ve 2004 San Antonio Ozzfest'teki performanslarını da bir DVD içinde toplayarak hayranlarına sunmuştu. CD'den "Sorgens Kammer Del II" ABD'de hayli sükse yapmıştı.

Stormblast 2, çok daha büyük, daha karanlık ve gerek sevenlerinin, gerekse yeni dinleyeceklerin kaçırmaması gereken bir yapıt; grubun klasik ve kara metal temelini oldukça güzel yansıtmış. Müziğin gizemli, kötücül yapısı, Shagrath'ın olağanüstü vokalleri, grubun artık olgunlaşıp epey yol katetmiş olduğunu belirgin göstergesi; Reno Kiilerich ise davulda tabiri caizse tam anlamıyla döktürmüş. Farklı tatlardan hoşlananlar için.

09 Kasım 2010

Laieikawai Efsanesi

alacakaranlik sis serap ve gokkusagi tanricasi laieikawai
Hawai'nin gökkuşağı tanrıçası La'ieikawai, ikiz kızkardeşi La'ielohelohe ile birlikte Oahu'da doğmuş. Efsaneye göre, karısının kız çocuk doğurmasına sinirlenen babaları karısı erkek çocuk doğurana dek bütün kızlarını öldüreceğine yemin etmiş. Bu yüzden büyükanneleri onları yetişkin olana kadar saklamak zorunda kalmış.

La'ieikawai'nin güzelliği dillere destanmış. Yüzünü bir kez görebilmek için uzak köy ve adalardan kabile şefleri büyükannesinin onu gizli sığınağından çıkardığı zamanlar ziyarete gelirmiş. Gökkuşağna benzer bir giysisi varmış ve o nereye giderse gökkuşağı da onu takip edermiş.

Nihayet, La'ieikawai güneş prensi ile evlenmiş ve hep onu izleyen gökkuşağı aydaki yeni evine gidebilmesi için ona merdiven olmuş; zira, güneş onun için biraz fazla sıcakmış. Herşey mutlu mesut giderken dünyayı ziyaret eden prens onun kızkardeşine rastlamış ve abayı yakmış. Allem etmiş, kallem etmiş ve kızcağızın sevgisini kazanmış.

Kocasının yokluğundan kaygılanan La'ieikawai Kahakaekaea tapınağına gidip bilgi kasesinden acı gerçeği öğrenmiş. Sadakatsizliğini tanrılara şikayet etmiş ve prense dolaşan hayalet olma cezası verilmiş. Hawai'nin ilk hayaleti (lapu, haw.) böylece ortaya çıkmış.

Günümüzde bile La'ieikawai'ya ka wahine o ka liula, Alacakaranlığın, Sisin ve Serapların Hanımı diye tapılmaktadır. Oahu'da derinliği bilinmeyen ve okyanusa çıkan bir kuyu olduğuna inanılır. Waiapuka denilen kuyu, vakdi zamanında La'ieikaeai'nin saklanmış olduğu mağaraya giden gizli bir geçittir.

07 Kasım 2010

Rüzgara Direnen Kuru Dallar

yanimda dur, patrick dougherty, RDU
Standby
Raleigh-Durham Airport Authority, Raleigh, NC, 2000.
Fotoğrafçı: Jerry Blow.
Marangozluktaki becerisini doğa sevgisiyle birleştiren Patrick Dougherty, doğa dinlerini benimsemiş olanların beğendiği sanatçılardan. İlkel inşa tekniklerine merak saldıktan sonra kuru dal ve fidanları eserlerinin hammaddesi yapmış. Arka bahçesinde tasarladığı küçük işlerden başlayarak, zamanla bir kamyon dolusu dal ve fidan gerektiren devasa mekan yerleştirmelerine (enstalasyon) kaymış. Bugüne dek dünyanın çeşitli yerlerinde sergilediği ikiyüzün üzerinde heykeli mevcut.

yabanin cagrisi, patrick dougherty, Cam Muzesi, Tacoma
Call of the Wild
Museum of Glass, Tacoma, WA, 2002.
Fotoğrafçı: Duncan Price.
Kendi elleriyle kütüklerden yaptığı evde, karısı Linda ve oğlu Sam'la beraber Chapel Hill, NC'de yaşıyor.

koseyi donunce, patrick dougherty, S Indiana Uni, New Harmony
Around the Corner
University of Southern Indiana, New Harmony Gallery, New Harmony, IN, 2003.
Fotoğrafçı: Doyle Dean.

05 Kasım 2010

Arkeolojik Tanrı ve Tanrıça Tasvirleri

Kadim zamanlarda, suyla ilişkili tanrı ve tanrıçaların, Kuş ve Yılan Tanrıça, Suyun Kadınları gibi, temsili resimlerini görmekteyiz (Gimbutas, 1974). Neolitik dönemde, bitkisel sembolizmin hızla yayılmasıyla birlikte, tarımsal döngüler, mevsimlerin geçişiyle bağlantırılandıran, ölüm ve yeniden doğum ebedi arketipini gösteren tanrı ve tanrıçaları keşfediyoruz.
tanrica figuru tarxien malta
Bereket Tanrıçası ya da Şişman Kadın, Tarxien, Malta, M.Ö. 3500-2500
Neolitik Malta'nın en ilgi çekici arkeolojik özelliği takımadaların çeşitli tapınak sahalarında bulunan çok sayıda kadın figürü ve heykelidir (Lagana, 2009). Bu tanrıça ve tanrılar için fazlaca yorum fikir ileri sürülmüşse de, kesin cevap günümüzde hala mevcut değil.
oturan tanrica figuru hagar qim malta
Oturan Tanrıça, Hagar Qim, Malta, M.Ö. 3500-2500
Tabii ki heykel sanatı dinsel anlayışı ifade etmek için kullanılmış ve Malta ve Gozo adalarından yaşayan çiftçiler için psikolojik anlamı olmuş. Bu yazıda, anaerkil bir geçmişimiz olduğu düşüncesinde olan arkeolog, tarihçi, mitolog ve feminist grupların bulunan simgeleri yorumlayışını ele alacağız ki çoğu tarin öncesi geçmişte bir Ana Tanrıça dininin varolduğunu savunmakta.

04 Kasım 2010

Gabija

ates tanricasi gabija
Gabija Litvanya'nın ateş ve ocak tanrıçası, her ev ve ailenin koruyucusu, mutluluk ve bereketin kaynağıdır. Mısır ve diğer tahılları da o gözetir. Binlerce yıldır kendisine tapılmaktadır. Bazen bir kedi ya da leylek, kimi zaman da kırmızılar giymiş kanatlı kadın olarak resmedilir. Geceleri ateşin sönmemesi, şömineden sıçramaması için vargücüyle çalışır. Kutsal ateşi, ocağın alevlerinde halen yaşamakta olduğuna inanılan ataların dünyasına giden bir geçittir.

Tanrıçayı kızdırmamaya çalışılır, ateşine sanki bir canlıymışçasına itina edilip saygı gösterilir. Ateş yalnız soğuk, temiz suyla söndürülür. Alevlere serpilen ekmek kırıntıları ve tuzla beslenir; çıtırtılar arasında onu mutlu edecek sözler söylenir. Bazen ocağın yanına yıkanması için bir tas temiz su bırakılır ve "Yıkan ve dinlen ateşin kadını" denir.

Kızgınlığı kötüdür, evinizi yakıp yerle bir edebilir. Kendisine iyi davranmayanlara, ateşine tekme atan, tüküren ya da işeyenlerin başına gelen tatsız şeylerin tasvirlerine folklorik hikayelerde sıkça rastlanır.

Kutsal Gabija kültü tarih öncesi köklerinden günümüze dek varlığını sürdürmüştür. Baş kadın ya da en yaşlı erkeğin önderliğinde düzenlenen ritüel ve törenlerde ocak ateşi merkezi konumdadır. Çağrıldıktıktan sonra kerkesin dileklerini diğer tanrılara o iletir. Gezegendeki tüm canlıların ateşli bir simgesidir o; saygıda kusur etmek istemeyeceğiniz bir varlıktır.

03 Kasım 2010

Bixia Yuanjin

cin safak tanricasi bixia yuanjin
Bixia Yuanjin Çin Taocu geleneğinin kader, şafak ve doğum tanrıçası. Mitolojide, tıpkı Türkçe'de olduğu gibi güneş ve doğum birbiriyle alakalı. Güneşin doğup dünyaya ışık saçmasıyla bebeğin ana rahminin karanlığından aydınlığa kavuşması özdeş tutulmuş. Bixia Yuanjin karanlığa son verip ışık, umut ve bilgelik getirirken, gökyüzünde, bulutlardaki evinden her çocuğun doğumuna nezaret eder, onlara iyi karma ve şans ihsan edermiş.

Bixia Yuanjin'e yakarmak için kutsal dağ Tai Şan'ın zirvesindeki Mor Şafak Tapınağına gidilir. Gebe kalmak isteyen kadınlar burada ondan yardım dilerler.

02 Kasım 2010

Çıplak Tanrıça Aditi

aditi lajja gauri
Lajja Gauri diye de bilinen Aditi Hindu gök tanrıçasıdır. Adı özgür, kısıtlanmamış, sınırsız anlamına gelir. Başı lotus çiçeği, çıplak ve mücevherlerle süslenmiş, bacakları doğum yapacakmış ya da cinsel birleşmeye girecekmiş gibi havada resmedilir.  Bu konumu yüzünden kimilerince ona uygunsuz, tahrik edici ve utanmaz kadın denmiştir. Bilinç ve bilinçaltının, zihnin, geçmişin ve geleceğin, tüm evrenin kesin hakimidir, anasıdır. Vedalarda adı geçen bir kaç tanrıçadan biridir.

Aditi gökyüzüdür
Aditi havadır
Aditi tanrıların tümüdür
Aditi ana, baba ve oğuldur
Aditi doğacak olan herşeydir.

-- Rig Veda, I.89.10

Yaşamın koruyucusu ve bütün canlıların yardımcısıdır. Hayatı aydınlatan ışık odur, bilinci mümkün kılar. İnsani düzeyde imgesi doğum yapan kadın, yani bereket, ilahi düzeyde soyun, yaşamın devamı, kozmik düzeyde evrensel yasalardır.

Bol ve verimli bir hasat ve sağlıklı çocuklar için çağırılır. Sınırsız gökleri simgeleyen mavi topazla taçlandırılmıştır. Mavi bir topaz kristali ve aynı renkten bir mum, minik bir sunak yapmak ve onun güçlerinden yararlanmak için yeterlidir.

01 Kasım 2010

Şehrin Kalbinin Attığı Yer

aztek savas tanrisi huitzilopochtlim
Aztlan'da Aztekler, Azteca Chicomoztoca denilen güçlü elit tanrıları tarafından yönetilmekteydi. En büyük tanrı Huitzilopochtlim zamanla kullarından sıkıldı ve onlardan kızkardeşi Malinalxochitl'i yanlarına alarak şehri terketmelerini istedi. Ve Aztekler Aztlan'dan güneye doğru, yeni yerleşimlerini nereye kuracaklarını bilmez halde yola çıktılar.

Kadının çok ama çok güzel olduğu söylenirdi, hem görünüşü hem de tavırlarıyla. Yine de şeytani bir tarafı da yok değildi: erkekleri çılgına döndürebilir, bir nehri yatağından oynatabilir, bakışlarıyla düşmanlarını öldürebilirdi. İstediği kişinin algılarını öyle etkilerdi ki, insan tehlikeli bir dev ya da korkunç bir canavar gördüğü yanılgısına düşerdi. Arayışları boyunca bir süre onlara liderlik etti; rüyalarında Huitzilopochtlim'in büyüsü ve direktifleri ona yardımcıydı.

Bazen, geceleri herkes uyurken seçtiği bir adamı çadırından çıkartıp zehirli bir yılanın üstüne attığı olurdu. Aynı zamanda yetenekli bir cadıydı da, kendisini dilediği herhangi bir hayvan ya da kuşa dönüştürebiliyordu. Tehlikeli güçlere sahip olması dolayısıyla kendisine tanrıça gibi davranılmasını istedi, daha azı kurtarmazdı. Aztekler çaresiz ona katlandılar, ne de olsa savaş tanrısı Huitzilopochtlim'in kızkardeşiydi o. Bir süre sonra, artık dayanamadıklarında onu baştanrıya şikayet ettiler. Baştanrı onları haklı buldu ve kızkardeşini sonsuz bir uykuya yatırdı. Onlara da büyüye değil, yalnız ok ve kalkanlarına ve cesaretlerine güvenmelerini öğütledi.

Aztek mitleri başkentleri Tenochitlan'ın, Malinalxochitl'in oğlu Copil'in kalbinin gömüldüğü yerin üstüne inşa edildiğini söyler. Copil, fiilen olmasa bile simgesel olarak kurban edilen ilk insandır.

31 Ekim 2010

Ana-Tanrıçanın Yeniden Doğuşu

dunyayi temsil eden buyuk ana tanrica
Günümüzde, Antik Tanrıça kültüne olan ilgi giderek artıyor. Tanrıça'nın evrenin dünyevi ve kozmik kaynağı olarak sembolize edilmesi, çoğu kadının Ana Tanrıça imgesini sığınacak bir liman olarak görmesiyle sonuçlandı.

Tanrıça hareketine ilk ivme bir arkeologdan, Marija Gimbutas'tan (ing.) geldi. Tanrıça'nın dönüşüyle, dişiliğin yeni gücü yaşamın tüm alanlarında ifade edilir oldu. Bazı önemli kadın yazarlar ve Tanrıça dininin savunucuları eserlerinde kendini dönüştürmek, güçlenmek gibi toplumsal feminist vizyonun diğer yönlerini işlediler. Bu gelişmeler ritüeller, sanat, mitoloji ve rüyalarda suyüzüne çıkan Büyük Ana-tanrıça modeline odaklanmayı zorunlu kılıyor. Özellikle Batı'da erken tarihten Hint-Avrupa öncesi dönemine dek bu model çok önemli ve bügün bile bazı geleneksel kültürlerde varlığını hala sürdürmekte.

29 Ekim 2010

Büyü ve Ezoterizm

okultun cazibesi
Ezoterizmin klasik tanımını sosyolog Edward E. Tiryakian yapmıştır. Ezoterizm okültist uygulamaların temelini oluşturan inanç sistemi ya da teorik bilgidir. Ezoterizm teori, okültizm ise pratiktir:

Ezoterik dediğimizde okült teknik ve muamelatın altında yatan dini/felsefi inanç sistemlerine atıfta bulunuyoruz, yani doğa ve kosmozun daha bütüncü bilişsel kavranışına, nihai gerçeğin epistemolojik ve ontolojik yansımalarına; ve okült eylemler bu bilgi yığınından yükseliyorlar.

Faivre her ne kadar Tiryakian'ın terimlerini kabul etmişse de, ezoterizmin pratik, okültizmin ise teorik yanları olduğunu vurgulamayı ihmal etmemiştir.

Magi bir uygulamadır ve Tiryakian'ın tanımladığı şekliyle okültizm terimine denk düşer. Ama konu bilimsel açıdan incelenmeye başlandığında büyü (magic, ing.) çoğunlukla sahte bilim ya da bilim öncesi gibi görülmüştür. Büyünün tanımını yapan ilk iki yazar Edward Burnett Taylor ve James Frazer olmuştur. İkisinin de algısı aynıdır: yanlış ve ilkel bilim. Frazer, dendiği üzere sempatik (kara olmayan) büyüyü iki kategoriye ayırır:
  1. homeopatik, dokunuşla işleyen
  2. taklitçi, benzer benzeri çeker anlayışını temel alan.
Çoğu büyü çevresindeyse Aleister Crowley'nin tanımı daha makbuldür:

Büyü iradeyle değişime yolaçma bilimi ve sanatıdır.

Bu tanım Dragon Rouge tarafından da kabul edilir. Kızıl Ejder'e göre büyü bireyin gelişmesini sağlayan iradenin pratik felsefesi ve gizlenmişin bilgisidir.

27 Ekim 2010

Ezoterikliğin Altı Kıstası

Faivre'in ezoterizmi kavrayabilmek için belirlediği kriterler şunlardır:
  1. Etkileşim
  2. Yaşayan doğa
  3. Kavramlar ve aracılık
  4. Transmutasyon deneyimi
  5. Mutabakat
  6. Aktarılabilme
Etkileşim, "Yukarıda, dolayısıyla aşağıda da" hermetik sloganına uygun, evrenin görünen ve görünmeyen kısımları arasında bağlantılar olduğu düşüncesidir. Mineraller, insan vücudu, gezegenler vb arasında ilişkiler mevcuttur.

Yaşayan doğa nosyonunun temelinde, doğanın Tanrı ve insanın yanısıra önemli bir konuma sahip olduğu kozmosu tıpkı bir manifold ve hiyerarşik birliktelikte görmek yatar. Doğaya ışık ya da ateşle nüfuz edilebilir; o, potansiyel deneyimler açısından zengindir ve adeta bir kitap gibi okunmalıdır. Ayrıca Faivre yirminci yüzyılın başından itibaren, doğu mistisizminin etkisiyle doğanın dışlandığı, hatta reddedildiği monistik bir ruhaniliğin yükselişe geçtiği konusunda bizi uyarmayı ihmal etmez.

Ezoterizmi mistisizmden ayıran önemli unsurlardan biri de, kavramsal olarak dünya ve ilahi düzeyler arasındaki bölgeye yapılan vurgudur. Orta bölgelerden melekler ve diğer aracılar hakkındaki öğretiler tıpkı gurular ve inisiyatörler hakkındaki fikirler gibi bu bağlamda önemlidir. Mistisizm fantaziyi bir engel, ezoterizm ise bir olasılık olarak algılar.

Transmutasyon deneyimi olmaksızın, ezoterizmin spekülatif spiritüelliğin bir şekli olduğu yanılgısına varılabilir. Simyasal bir terim olan transmutasyon bir düzeyden diğerine geçiş anlamına gelir ve metamorfoz ve yüksek düzeyler kavramlarını içerir.

Bu dört ana öğeye iki tane daha eklenir. Bunlardan ilki farklı dinler ve öğretiler arasında mutabık kalınan konular olduğu, dolayısıyla, ortak noktalarının bulunabileceği gerçeğidir.

Son olarak aktarılabilme gelir. Bilgi, öğretmenden öğrenciye, belirli bir yöntem çerçevesinde, çoğunlukla inisiyasyonlarla aktarılabilmeli, hatta aktarılmalıdır. Bu ikinci doğumun önkoşulları şunlardır:
  • Eğer bu geleneğin parçası olmak isteniyorsa öğretilere saygı duyulmalı,
  • İnisiyasyon bir öğretmen ya da üstad tarafından denetlenmelidir.

26 Ekim 2010

Ezoterizm Nedir?

dragon rouge
Kırmızı Ejder (Dragon Rouge, ing.) kendisini ezoterik bilgiyi arayan bir tarikat olarak tanımlıyor. Peki o zaman ezoterizm ne demek ve örneğin Sol El Yoluyla bağı ne? Okkült araştırmaların ve ezoterizmin önde gelen uzmanlarından Antoine Faivre, ezoterizmin sanat, felsefe ya da kimya gibi bir dal olmaktan çok bir düşünme biçimi olduğunu söylemekte:

Sözcüğün yaygın etimolojik türetilişi insanın simgelerin, mitlerin ya da gerçeğin anahtarlarına ancak bireysel gelişim yoluyla ulaşabileceğine işaret etmekte; aydınlanma ancak adım adım mümkün. Eğer herşeyin sır olduğuna inanıyorsanız, en yüce sır diye bir şey olamaz.

Dışsal forma vurgu yapan eksoteriğin aksine, ezoterizm içselliği ve gizemi ima eder. Bu bağlamda, Hristiyanlığın dışa dönük dogmaları ve seremonileriyle eksoterik, gnostikliğin ise ezoterik olduğu iddia edilebilir. Keza, satanizm eksoterik, Sol El Yolu da ezoteriktir. Faivre göre:

Sözcük iç anlamına gelen eso'dan türemiştir, ter ise insanı muhalefet, direnç, zorluk gibi kavramlara götürür. Sözcüğün yaygın etimoloji onu esnek ve açık yapmıştır.

Faivre, eğer spesifik olarak ezoterik bir şey verimli tartışılmak isteniyorsa (onu eksoterik olanlardan ayırmak için), onun altı kıstası yerine getirmesi gerektiğine inanır, ki dördü esastır.

24 Ekim 2010

Karanlık Çökünce - Asimov


Her ne kadar azıcık konu dışı olsa da karanlıkla ilgili bir blogda bilimkurgunun ustası Isaac Asimov'un 1941 tarihli Nightfall (ing.) adlı kısa hikayesinden bahsetmemek olmazdı. Karanlık korkusunun karanlıktan gelebilecek hayali ve muhtemel tehlikelerden, bilinmeyenden korkmak olduğundan bahsetmiştik. Peki ama karanlığın bizzat kendisi bilinmeyense? Kavram olarak bilinmiyorsa?

Üstad fanatik dinciğilin deliliğiyle bilginlerin inatçı inkarları arasında parçalanmış, kaosun eşiğinde bir dünya kurgulamış. Lagash gezegeni altı güneşli; öyle ki, gökyüzünde daima bir güneş mevcut ve gezegen sakinleri gece olgusundan habersiz. Kutsal kitaplarında ise (hep olduğu gibi) bir kıyamet kehaneti var. Her ikibin yılda bir kıyamet kopuyor; sözün özü, altı güneşin altısı da batıyor... ve gece geliyor. Çıldıran insanlar birbirlerini öldürüp, gezegenin altını üstüne getiriyorlar.

Hikaye daha sonra Asimov ve Robert Silverberg tarafından kitap haline getirildi fakat mümkünse kısa versiyonunu okuyun derim; bazı şeyleri uzatmak işin tadını kaçırıyor.

Görsel: Nightfall, Jem Finer

22 Ekim 2010

Gece Yaşayanların Festivali


Çoğumuzun evrim karşısında boynu bükük kalsa da, günışığından köşe bucak kaçıp, gecenin şefkatli kollarına sığınan bir azınlık hep varolmuş. Genellikle, pek uygun olduğu şekilde karanlıklarda boy göstermeyi tercih etseler de, dünya çapında bazı etkinliklerde (tabii ki gece yapılıyorlar) zaman zaman arzı endam ediyorlar. Bu etkinliklerden bir tanesi hemen her yıl Eylül ayında yapılan Nocturnal Festivali.

Nocturnal'i diğer (sıradan) festivallerden ayıran en önemli özellikse, yalnızca müzikle yetinmeyip, tiyatrodan lunaparka, ışık gösterilerinden lazer animasyonlarına, metal, cam, ışık ve ateşle yapılmış sanatsal sergilere, ve hepsinden önemlisi gece ve karanlık temalı dekorlara sahip olması. Biz uyku sorunu olanların kaçırmaması gereken bir olay.

20 Ekim 2010

Korku Merak Çatışması

esigin ardinda ne var
Karanlık korkusu en eski korkularımızdan biri ve muhtemelen evrende varolduğumuz sürece de bizimle kalacak. Karanlıktan korkmak aslında bilinmeyenden korkmaktan başka bir şey değil ve gayet rasyonel; yüzbinlerce yıllık evrim sürecinde hayatta kalabilmemizi sağlamış. Fakat, bunu dengeleyen başka bir unsur daha var: merak. Bilinmeyen bizi korkuttuğu kadar çekiyor da. Öğrenme, keşfetme ve fethetme arzuları insanlığın gelişmesinde motor rolü oynamış. Topluca bilinmeyen korkup, pısırıkça yaşasaydık, muhtemelen varlığımız sona erecekti ya da hala taş çağında olacaktık.

Dolayısıyla, bilinmeyenle karşılaştığımızda iki güdümüz rekabet halinde: korku ve merak. Hangisinin üstün geldiğine göre eylemde bulunuyoruz. Kapalı kapının arkasına geçme dürtüsünün, yani yasak elmayı tatmak istemenin ya da nasıl betimlerseniz, önemli toplumsal sonuçları var. Meraklı bireylerin sayıca fazla olduğu toplumlar ilerliyor, gelişiyorlar. Korkunun egemen olduğu yerlerde ise sonuç hazin, ki bunu açmak isterim.

Burada kilit unsur korku-merak çatışmasının kitlesel mi yoksa bireysel mi olduğu. Kitlesel korku gelişmeye gem vururken, kitlesel merak toplu yokoluşumuza yol açabilir. Sözgelimi, Everest'in tepesinde bir mağarada saklandığı söylenen gizli bilgilere ulaşmak için topluca o dağa tırmanmamıza ve hep beraber riske girmemize gerek yok. Meraklı bir kişi yeter ve bulgularından topluca faydalanırız. Tam tersi, birey olarak Tanrı'nın lanetinden kaçınmak için eylemlerimizi sınırlamak sorun yaratmazken, cehennem korkusunun kitlesel olarak dayatılması yalnız meraklı insan sayısını azaltmakla kalmaz, onların eyleme geçmesini aşırı zor hale de getirir.

19 Ekim 2010

Karanlık Korkusu

Karanlık korkusu bir dereceye kadar yetişkinlerde fakat genellikle çocuklarda sık görülen bir olgudur. Aslında korkunun sebebi karanlığın kendisi olmayıp, karanlıkta gizlendiği sanılan hayali ve muhtemel tehlikelerdir. Çocuğun gelişim sürecinde, bir noktaya kadar bu korku olağan kabul edilir ve çoğunlukla iki yaşından önce gözlemlenmemiştir. Sigmund Freud gibi psikologlar korkunun sebebini ana-babadan ayrılma kopma endişesinin dışavurumu olarak görme eğilimindedir.

Karanlık korkusu patolojik derecede şiddetli olduğunda niktofobi (Yunanca gece ve korku), skotofobi (Yunanca karanlık) ve ligofobi (Yunanca alacakaranlık, tanyeri) adını alır.

18 Ekim 2010

Neden Karanlık?

İnsanlık çağlar boyunca karanlıktan oldum olası hazzetmemiş. Antropologlara göre bu korku ta insanımsılardan, atalarımızın daha avcı toplayıcı olduğu dönemlerden bize kalan bir miras. Tehlikeyi gelirken görememek, ona karşı savunmasız duruma düşmek demek. İnanmadınız mı? Hayret! Gezegenimizde milyarlarca insan değişik adlarla anılan bir varlığın insanın erkeğini çamuru yoğurarak, dişisiniyse onun kaburga kemiğinden yarattığına pekala inanmakta. En azından ilkinin iler tutar bir tarafı var.

Birbiriyle görünüşte ilişkisiz bu iki savın gayet üstü örtük bir bağıntısı var halbuki: bu kadim korkunun çıkarları korumak için kullanılması. İster din adamları (ya da ender de olsa kadınları), ister baskı grupları, ticaret erbabı veya politikacılar olsun, menfaatlerini korumak için kitleleri hep karanlıkla tehdit etmiş. Varolan düşünüşe ters çoğu şey karanlıkla  özdeşleştirilmiş. Naçizane iddiam elbette kara yaftası yapıştırılmış herşeyin iyi olduğu değil elbette; yalnızca baskın güdünün çıkar olduğunu savunuyorum.

Burada karanlıkla hasbelkader bile olsa kara çalınmış (dilimize de girmiş) hemen her konuya ve kavrama ışık tutmaya çalışacağım. Ne de olsa aydınlık iyidir, öyle değil mi? Korkunuz geçtiyse karanlık tarafa hoşgeldiniz.