31 Ekim 2010

Ana-Tanrıçanın Yeniden Doğuşu

dunyayi temsil eden buyuk ana tanrica
Günümüzde, Antik Tanrıça kültüne olan ilgi giderek artıyor. Tanrıça'nın evrenin dünyevi ve kozmik kaynağı olarak sembolize edilmesi, çoğu kadının Ana Tanrıça imgesini sığınacak bir liman olarak görmesiyle sonuçlandı.

Tanrıça hareketine ilk ivme bir arkeologdan, Marija Gimbutas'tan (ing.) geldi. Tanrıça'nın dönüşüyle, dişiliğin yeni gücü yaşamın tüm alanlarında ifade edilir oldu. Bazı önemli kadın yazarlar ve Tanrıça dininin savunucuları eserlerinde kendini dönüştürmek, güçlenmek gibi toplumsal feminist vizyonun diğer yönlerini işlediler. Bu gelişmeler ritüeller, sanat, mitoloji ve rüyalarda suyüzüne çıkan Büyük Ana-tanrıça modeline odaklanmayı zorunlu kılıyor. Özellikle Batı'da erken tarihten Hint-Avrupa öncesi dönemine dek bu model çok önemli ve bügün bile bazı geleneksel kültürlerde varlığını hala sürdürmekte.

29 Ekim 2010

Büyü ve Ezoterizm

okultun cazibesi
Ezoterizmin klasik tanımını sosyolog Edward E. Tiryakian yapmıştır. Ezoterizm okültist uygulamaların temelini oluşturan inanç sistemi ya da teorik bilgidir. Ezoterizm teori, okültizm ise pratiktir:

Ezoterik dediğimizde okült teknik ve muamelatın altında yatan dini/felsefi inanç sistemlerine atıfta bulunuyoruz, yani doğa ve kosmozun daha bütüncü bilişsel kavranışına, nihai gerçeğin epistemolojik ve ontolojik yansımalarına; ve okült eylemler bu bilgi yığınından yükseliyorlar.

Faivre her ne kadar Tiryakian'ın terimlerini kabul etmişse de, ezoterizmin pratik, okültizmin ise teorik yanları olduğunu vurgulamayı ihmal etmemiştir.

Magi bir uygulamadır ve Tiryakian'ın tanımladığı şekliyle okültizm terimine denk düşer. Ama konu bilimsel açıdan incelenmeye başlandığında büyü (magic, ing.) çoğunlukla sahte bilim ya da bilim öncesi gibi görülmüştür. Büyünün tanımını yapan ilk iki yazar Edward Burnett Taylor ve James Frazer olmuştur. İkisinin de algısı aynıdır: yanlış ve ilkel bilim. Frazer, dendiği üzere sempatik (kara olmayan) büyüyü iki kategoriye ayırır:
  1. homeopatik, dokunuşla işleyen
  2. taklitçi, benzer benzeri çeker anlayışını temel alan.
Çoğu büyü çevresindeyse Aleister Crowley'nin tanımı daha makbuldür:

Büyü iradeyle değişime yolaçma bilimi ve sanatıdır.

Bu tanım Dragon Rouge tarafından da kabul edilir. Kızıl Ejder'e göre büyü bireyin gelişmesini sağlayan iradenin pratik felsefesi ve gizlenmişin bilgisidir.

27 Ekim 2010

Ezoterikliğin Altı Kıstası

Faivre'in ezoterizmi kavrayabilmek için belirlediği kriterler şunlardır:
  1. Etkileşim
  2. Yaşayan doğa
  3. Kavramlar ve aracılık
  4. Transmutasyon deneyimi
  5. Mutabakat
  6. Aktarılabilme
Etkileşim, "Yukarıda, dolayısıyla aşağıda da" hermetik sloganına uygun, evrenin görünen ve görünmeyen kısımları arasında bağlantılar olduğu düşüncesidir. Mineraller, insan vücudu, gezegenler vb arasında ilişkiler mevcuttur.

Yaşayan doğa nosyonunun temelinde, doğanın Tanrı ve insanın yanısıra önemli bir konuma sahip olduğu kozmosu tıpkı bir manifold ve hiyerarşik birliktelikte görmek yatar. Doğaya ışık ya da ateşle nüfuz edilebilir; o, potansiyel deneyimler açısından zengindir ve adeta bir kitap gibi okunmalıdır. Ayrıca Faivre yirminci yüzyılın başından itibaren, doğu mistisizminin etkisiyle doğanın dışlandığı, hatta reddedildiği monistik bir ruhaniliğin yükselişe geçtiği konusunda bizi uyarmayı ihmal etmez.

Ezoterizmi mistisizmden ayıran önemli unsurlardan biri de, kavramsal olarak dünya ve ilahi düzeyler arasındaki bölgeye yapılan vurgudur. Orta bölgelerden melekler ve diğer aracılar hakkındaki öğretiler tıpkı gurular ve inisiyatörler hakkındaki fikirler gibi bu bağlamda önemlidir. Mistisizm fantaziyi bir engel, ezoterizm ise bir olasılık olarak algılar.

Transmutasyon deneyimi olmaksızın, ezoterizmin spekülatif spiritüelliğin bir şekli olduğu yanılgısına varılabilir. Simyasal bir terim olan transmutasyon bir düzeyden diğerine geçiş anlamına gelir ve metamorfoz ve yüksek düzeyler kavramlarını içerir.

Bu dört ana öğeye iki tane daha eklenir. Bunlardan ilki farklı dinler ve öğretiler arasında mutabık kalınan konular olduğu, dolayısıyla, ortak noktalarının bulunabileceği gerçeğidir.

Son olarak aktarılabilme gelir. Bilgi, öğretmenden öğrenciye, belirli bir yöntem çerçevesinde, çoğunlukla inisiyasyonlarla aktarılabilmeli, hatta aktarılmalıdır. Bu ikinci doğumun önkoşulları şunlardır:
  • Eğer bu geleneğin parçası olmak isteniyorsa öğretilere saygı duyulmalı,
  • İnisiyasyon bir öğretmen ya da üstad tarafından denetlenmelidir.

26 Ekim 2010

Ezoterizm Nedir?

dragon rouge
Kırmızı Ejder (Dragon Rouge, ing.) kendisini ezoterik bilgiyi arayan bir tarikat olarak tanımlıyor. Peki o zaman ezoterizm ne demek ve örneğin Sol El Yoluyla bağı ne? Okkült araştırmaların ve ezoterizmin önde gelen uzmanlarından Antoine Faivre, ezoterizmin sanat, felsefe ya da kimya gibi bir dal olmaktan çok bir düşünme biçimi olduğunu söylemekte:

Sözcüğün yaygın etimolojik türetilişi insanın simgelerin, mitlerin ya da gerçeğin anahtarlarına ancak bireysel gelişim yoluyla ulaşabileceğine işaret etmekte; aydınlanma ancak adım adım mümkün. Eğer herşeyin sır olduğuna inanıyorsanız, en yüce sır diye bir şey olamaz.

Dışsal forma vurgu yapan eksoteriğin aksine, ezoterizm içselliği ve gizemi ima eder. Bu bağlamda, Hristiyanlığın dışa dönük dogmaları ve seremonileriyle eksoterik, gnostikliğin ise ezoterik olduğu iddia edilebilir. Keza, satanizm eksoterik, Sol El Yolu da ezoteriktir. Faivre göre:

Sözcük iç anlamına gelen eso'dan türemiştir, ter ise insanı muhalefet, direnç, zorluk gibi kavramlara götürür. Sözcüğün yaygın etimoloji onu esnek ve açık yapmıştır.

Faivre, eğer spesifik olarak ezoterik bir şey verimli tartışılmak isteniyorsa (onu eksoterik olanlardan ayırmak için), onun altı kıstası yerine getirmesi gerektiğine inanır, ki dördü esastır.

24 Ekim 2010

Karanlık Çökünce - Asimov


Her ne kadar azıcık konu dışı olsa da karanlıkla ilgili bir blogda bilimkurgunun ustası Isaac Asimov'un 1941 tarihli Nightfall (ing.) adlı kısa hikayesinden bahsetmemek olmazdı. Karanlık korkusunun karanlıktan gelebilecek hayali ve muhtemel tehlikelerden, bilinmeyenden korkmak olduğundan bahsetmiştik. Peki ama karanlığın bizzat kendisi bilinmeyense? Kavram olarak bilinmiyorsa?

Üstad fanatik dinciğilin deliliğiyle bilginlerin inatçı inkarları arasında parçalanmış, kaosun eşiğinde bir dünya kurgulamış. Lagash gezegeni altı güneşli; öyle ki, gökyüzünde daima bir güneş mevcut ve gezegen sakinleri gece olgusundan habersiz. Kutsal kitaplarında ise (hep olduğu gibi) bir kıyamet kehaneti var. Her ikibin yılda bir kıyamet kopuyor; sözün özü, altı güneşin altısı da batıyor... ve gece geliyor. Çıldıran insanlar birbirlerini öldürüp, gezegenin altını üstüne getiriyorlar.

Hikaye daha sonra Asimov ve Robert Silverberg tarafından kitap haline getirildi fakat mümkünse kısa versiyonunu okuyun derim; bazı şeyleri uzatmak işin tadını kaçırıyor.

Görsel: Nightfall, Jem Finer

22 Ekim 2010

Gece Yaşayanların Festivali


Çoğumuzun evrim karşısında boynu bükük kalsa da, günışığından köşe bucak kaçıp, gecenin şefkatli kollarına sığınan bir azınlık hep varolmuş. Genellikle, pek uygun olduğu şekilde karanlıklarda boy göstermeyi tercih etseler de, dünya çapında bazı etkinliklerde (tabii ki gece yapılıyorlar) zaman zaman arzı endam ediyorlar. Bu etkinliklerden bir tanesi hemen her yıl Eylül ayında yapılan Nocturnal Festivali.

Nocturnal'i diğer (sıradan) festivallerden ayıran en önemli özellikse, yalnızca müzikle yetinmeyip, tiyatrodan lunaparka, ışık gösterilerinden lazer animasyonlarına, metal, cam, ışık ve ateşle yapılmış sanatsal sergilere, ve hepsinden önemlisi gece ve karanlık temalı dekorlara sahip olması. Biz uyku sorunu olanların kaçırmaması gereken bir olay.

20 Ekim 2010

Korku Merak Çatışması

esigin ardinda ne var
Karanlık korkusu en eski korkularımızdan biri ve muhtemelen evrende varolduğumuz sürece de bizimle kalacak. Karanlıktan korkmak aslında bilinmeyenden korkmaktan başka bir şey değil ve gayet rasyonel; yüzbinlerce yıllık evrim sürecinde hayatta kalabilmemizi sağlamış. Fakat, bunu dengeleyen başka bir unsur daha var: merak. Bilinmeyen bizi korkuttuğu kadar çekiyor da. Öğrenme, keşfetme ve fethetme arzuları insanlığın gelişmesinde motor rolü oynamış. Topluca bilinmeyen korkup, pısırıkça yaşasaydık, muhtemelen varlığımız sona erecekti ya da hala taş çağında olacaktık.

Dolayısıyla, bilinmeyenle karşılaştığımızda iki güdümüz rekabet halinde: korku ve merak. Hangisinin üstün geldiğine göre eylemde bulunuyoruz. Kapalı kapının arkasına geçme dürtüsünün, yani yasak elmayı tatmak istemenin ya da nasıl betimlerseniz, önemli toplumsal sonuçları var. Meraklı bireylerin sayıca fazla olduğu toplumlar ilerliyor, gelişiyorlar. Korkunun egemen olduğu yerlerde ise sonuç hazin, ki bunu açmak isterim.

Burada kilit unsur korku-merak çatışmasının kitlesel mi yoksa bireysel mi olduğu. Kitlesel korku gelişmeye gem vururken, kitlesel merak toplu yokoluşumuza yol açabilir. Sözgelimi, Everest'in tepesinde bir mağarada saklandığı söylenen gizli bilgilere ulaşmak için topluca o dağa tırmanmamıza ve hep beraber riske girmemize gerek yok. Meraklı bir kişi yeter ve bulgularından topluca faydalanırız. Tam tersi, birey olarak Tanrı'nın lanetinden kaçınmak için eylemlerimizi sınırlamak sorun yaratmazken, cehennem korkusunun kitlesel olarak dayatılması yalnız meraklı insan sayısını azaltmakla kalmaz, onların eyleme geçmesini aşırı zor hale de getirir.

19 Ekim 2010

Karanlık Korkusu

Karanlık korkusu bir dereceye kadar yetişkinlerde fakat genellikle çocuklarda sık görülen bir olgudur. Aslında korkunun sebebi karanlığın kendisi olmayıp, karanlıkta gizlendiği sanılan hayali ve muhtemel tehlikelerdir. Çocuğun gelişim sürecinde, bir noktaya kadar bu korku olağan kabul edilir ve çoğunlukla iki yaşından önce gözlemlenmemiştir. Sigmund Freud gibi psikologlar korkunun sebebini ana-babadan ayrılma kopma endişesinin dışavurumu olarak görme eğilimindedir.

Karanlık korkusu patolojik derecede şiddetli olduğunda niktofobi (Yunanca gece ve korku), skotofobi (Yunanca karanlık) ve ligofobi (Yunanca alacakaranlık, tanyeri) adını alır.

18 Ekim 2010

Neden Karanlık?

İnsanlık çağlar boyunca karanlıktan oldum olası hazzetmemiş. Antropologlara göre bu korku ta insanımsılardan, atalarımızın daha avcı toplayıcı olduğu dönemlerden bize kalan bir miras. Tehlikeyi gelirken görememek, ona karşı savunmasız duruma düşmek demek. İnanmadınız mı? Hayret! Gezegenimizde milyarlarca insan değişik adlarla anılan bir varlığın insanın erkeğini çamuru yoğurarak, dişisiniyse onun kaburga kemiğinden yarattığına pekala inanmakta. En azından ilkinin iler tutar bir tarafı var.

Birbiriyle görünüşte ilişkisiz bu iki savın gayet üstü örtük bir bağıntısı var halbuki: bu kadim korkunun çıkarları korumak için kullanılması. İster din adamları (ya da ender de olsa kadınları), ister baskı grupları, ticaret erbabı veya politikacılar olsun, menfaatlerini korumak için kitleleri hep karanlıkla tehdit etmiş. Varolan düşünüşe ters çoğu şey karanlıkla  özdeşleştirilmiş. Naçizane iddiam elbette kara yaftası yapıştırılmış herşeyin iyi olduğu değil elbette; yalnızca baskın güdünün çıkar olduğunu savunuyorum.

Burada karanlıkla hasbelkader bile olsa kara çalınmış (dilimize de girmiş) hemen her konuya ve kavrama ışık tutmaya çalışacağım. Ne de olsa aydınlık iyidir, öyle değil mi? Korkunuz geçtiyse karanlık tarafa hoşgeldiniz.